Mihmandar...

Deniz Batu Ebinç

Alihan Bey ile Aylak Veli

Çok sevdiğim değerli Üstadım, saygıdeğer ağabeyim Üstün Dökmen’in Küçük Şeyler adlı kitabında okumuştum.

Alihan Bey, Asya’nın ileri gelen kervancılarından biriymiş. Bir gün kervanını hazırlamış; altınlar, gümüşler, taslar, tencereler, ipekler, değerli mi değerli kumaşlar vs.. Tam yola çıkacakları sırada bir ses duyulur ve genç bir adam onlara doğru koşar adım gelmektedir…

-          Alihaaan Beyyyyy!.. Alihan Beeeey durun!..

Genç adam nefes nefese Alihan Beyin yanına gelir ve soluk soluğa, Alihan bey beni de götürün bende gelmek istiyorum, der. Alihan Bey merak ve şaşkınlık içinde döner ve bu emir-vaki hitap şekliyle beni de götürün diyen adama birazda dik bir şekilde sorar;

-          Ne iş yaparsın?

Adamdan bir ses çıkmaz, adamın vasıfsız olduğunu hisseden Alihan Bey devam eder;

-          Seyislikten anlar mısın? Hani, atlarımıza, develerimize bakarsın diyorum…

Adamda yine bir ses yok…

Alihan bey;

-          Mihmandarlıktan anlar mısın? Hani yıldızlara falan baksan yönümüzü, yerimizi bulsak, öğrensek… diyorum.

Genç adam da yine hiç çıt yok!

Alihan Bey bu sefer artarda adama sorular yağırmaya devam eder;

-          Ticaretten anlar mısın? Hesap-kitapta bize yardımcı olsan…

‘Adam sadece alık alık Alihan beyin yüzüne bakmaktadır…’

-          Kılıç kullanmayı bilir misin? Fedailiğimizi falan yapsan… Veli’den, yine hiç ses çıkmayınca Alihan Bey, biraz daha sert bir ses tonuyla sorar;

-          Be evladım, sen neden anlarsın, Seyislikten anlamıyorsun, Ticaretten anlamıyorsun, Mihmandarlık bilmiyorsun, dövüşmeyi bilmiyorsun, ben şimdi seni yanımıza alayım da ne yapayım!..

Bunun üzerine Aylak Veli;

-          Evet, seyislikten anlamam, kılıç kullanamam, ticarete aklım ermez, mihmandarlık ise beni aşar, e… sen şimdi ne iş yapacaksan diye sorarsanız:

-           Ekmeğinizi yerim, çayınızı-suyunuzu içerim, arada bir de ufak tefek işlerinize el atar, ucundan tutarım; amma sakın ha!. Fazlasını beklemeyin, benden.

Bu sözler üstüne iyiden iyi sinirlenen Alihan bey, evvela öfkeli bakışlarla Veli’yi baştan ayağa bir süzer, dilinin ucuna kaç defa getirse de defol git başımdan, benle dalgamı geçiyorsun sen! Diyemez.

Aslında Veli’nin bu cüretkarlığı, dürüstlüğü ve açık sözlülüğü biraz da hoşuna gider ve gülümser. Alihan Bey birazda inançlı dini bütün insan olunca; ha bir eksik ha bir fazla, nasılsa diğerleri de her fırsatta işten kaytarmıyor mu? Vardır bu işte de bir hikmet diye içinden geçirerek, tamam Veli; gel bakalım sende bizimle, der.

Bir süre yolculuk ederler, çölün birinde Kervana bir hastalık düşer ve birçok hayvan telef olur, fırtınaya, yağmura ve yağmacılara da yakalanınca Alihan bey her şeyini kaybeder. Bir çöl fırtınasında da düşer bayılır, gözlerini açtığında da başucunda Veli’yi bulur. Oğlum sen neden gitmemişsin, neden beni terk etmemişsin, diye sorar…

Veli; efendim, ben yıldızlara sadece kendim için baktım. Hayal kurdum, sevgilimi düşündüm…  Sen ise yıldızlara sadece yönünü bulmak için baktın, daha hızlı yol almak daha çok kazanmak için… Subaşlarına ise susuzluğumu gidermek, kafayı dinlendirmek, suyun eşsiz büyüsüne kapılıp dinlenmek için gittim, sen ise hayvanlarını sulamak, yorgunluğunu atıp direnç kazanmak ve ayakta kalabilmek için yani sırf ihtiyacın olduğu için gittin… Ben hep kazandıklarımı kendim için harcadım, sen ise kapılıp dünya hırsına biriktirdin de yemedin; ama ben sende de hep bu arzuyu gördüm, aslında sende benim gibi olmak istedin de hırsına yenik düştün. Ben de işte bugün bunun için senin yanındayım, yapmak istediklerini yapmana yardımcı olmak, sana yoldaş olmak için buradayım, der…

Olmak ya da olmamak! Ömür, Hz. Ömer’in de dediği gibi kulağınıza okunan ezan ile cenazenizde okunan sela arası kadardır. Efendimiz Sallallahu aleyhi veselleminde buyurduğu gibi Giderken ardınız sıra hiçbir şey götüremediğiniz bu dünyada ne diye Siz öteki tarafta cefasını çekeceğiniz bir malı başkası yada başkaları için biriktirip sefasını onlara bırakıyorsunuz ki!..

 İnsan hayata bir kere gelir ve hiçbir şey ötelemeye gelmez… !denizbatu!