Irak Okunamadı Yeni Senaryo ise Kandil ve Suriye

Irak Okunamadı Yeni Senaryo ise Kandil ve Suriye

Dr. Cüneyt Mengü; "Türkiye üzerinde birkaç cepheden savaş alarmları çalmakta, düğmeye bir kaç yerden basılmış ve illaki Ankara çatışma ortamına çekilmek istenmektedir".

Türkiye üzerinde birkaç cepheden savaş alarmları çalmakta, düğmeye bir kaç yerden basılmış ve illaki Ankara çatışma ortamına çekilmek istenmektedir. İşte Suriye krizi ve terör örgütü PKK’nın kalleşçe saldırıları. 1992’de Özal’ın Kuzey Irak’a askeri müdahalesine karşı çıkanlar bugün Suriye’yi Türkiye topraklarına katalım demekte,  zamanında 1 Mart 2003 tezkeresine karşı çıkanlar ise bugün hata yapıldı diyorlar!

Sürekli olarak sözü edilen Arap baharı ise, görünürde demokrasi ve özgürlük getirmek adı altında, halkların da bilinçli olmadıkları takdirde,  nihai hedefi Arap ülkelerinin ardı ardına bölünme projesidir. Ne yazık ki sırada Türkiye’de var. Arap baharının Türkiye açısından önemli bir halkasını teşkil eden Suriye’de durum ve Kürt meselesi kritik bir sürece girmiştir.  

T.C. Cumhurbaşkanı Sayın Gül ve Başbakanı Sayın Erdoğan, Suriye Devlet Başkanı Esad ’a Suriye’deki karışıklıklarla ilgili sert uyarılarda bulundular. Bu uyarıların akabinde ise Dışişleri Bakanı Sayın Davutoğlu son açıklamasında konu ile ilgili olarak artık konuşulabilecek bir şey kalmadığını ifade etmiştir. Bu açıklamalar yapılmadan önce Batı, İsrail ve Arap medyasında; Türkiye’nin Suriye ile sınır bölgesinde güvenli bölge (tampon bölge) ihdas edileceği veya Türkiye tarafından askeri müdahalede bulunulacağı şeklinde günlerdir sık sık yorumlanmıştır ve halen de yorumlar devam etmektedir. Geçtiğimiz günlerde Rusya’nın Suriye hükümetine, ABD ile Türkiye arasında Suriye’ye askeri müdahale konusunda mutabakata varıldığı hususunda bilgi verdiği internet sitelerinde yayınlanmıştır. Ayrıca bu gelişmelerin akabinde de ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün de,  Türkiye’nin sabrının taştığını anlıyoruz, ancak askeri müdahale’nin kendi vereceği bir karar olduğuna dair açıklama yapmıştır! Neden acaba?

          Konu ile ilgili üç önemli hususun altını çizmek isterim. Şöyle ki; Türkiye’nin Washington’dan habersiz her hangi bir aksiyonel eylemde bulunmasını söylemek doğru olmayabilir. İkincisi ise Türkiye’nin ali menfaatlerini dikkate alarak ister müttefiki olsun isterse olmasın herhangi bir ülke ile işbirliği yapması uluslar arası teamüle göre doğaldır. Üçüncüsü ise Washington’un her talebine Türkiye’nin olumlu yanıt vermek zorunda olmadığıdır.  

            Suriye’nin Türkiye Açısından Önemi;

             Konuyu analiz etmeden önce Suriye’nin Türkiye ile olan 800 km den fazla sınır şeridi ve Suriye’nin en güçlü Arap milliyetçiliği merkezinin olması,  Türkiye’nin Ortadoğu ile ilişkilerinin temel taşını Suriye teşkil etmektedir. Ayrıca Türkiye açısında Suriye, stratejik, jeopolitik, güvenlik, coğrafi ve ekonomik yönden de önem arz etmektedir. Diğer önemli bir husus ise Türkiye’nin Kuzey Irak ile inişli çıkışlı ilişkileri dikkate alındığında Suriye Türkiye’nin Ortadoğu’ya açılan tek sınır kapısıdır. Diğer taraftan PKK militanlarının; Suriye’deki Kamışlı kentinde ve sınırın diğer bölgelerinde daha önceleri Suriye istihbaratı ile iç içe çalışmalarda bulundukları gerçeği de dikkate alınmalıdır. PKK’nın içinde 2000’den fazla Suriye’li Kürt vardır. Esad’ın Suriyeli Kürt siyasi hareketlerine diyalog çağrısı yaptığı, Kürtlere özerklik önerisi getirdiği ve ayrıca bu militanların Suriye’ye dönmelerini sağlamak için genel af sözü verdiği çeşitli haber kaynaklarında yazılmaktadır. Yine Suriye’deki Türkmenlerin adı geçmemektedir.  

            Bunlara ek olarak Suriye’nin başta İran olmak üzere, Rusya ve Hizbullah ile ciddi ilişkileri zaman zaman Türkiye’nin batı ile olan ilişkileriyle ters düşmektedir. Son olarak 70 seneden fazla tamamen ihmal edilmiş hatırı sayılır Suriye’de bir Türkmen varlığının olması gibi hususlar dikkate alındığında Türkiye artı ve eksi hesaplarını çok iyi etüd etmelidir.

Bugün kim ne derse desin Suriye ‘de ABD’nin, İsrail’in çılgın tezlerini uygulaması ve istenilen proje veya senaryo Irak işgalini çağrıştırmaktadır. Hemen hemen bu senaryonun benzeri Irak’ta gerçekleşmiştir. Irak meselesi 20 yıl önce 2. körfez krizinde Türkiye açısından kritik sürece girildiğinde, Türkiye medyasında girilmeli veya girilmemeli şeklinde konuşmalar günlerce tartışılmıştır. Rahmetli Özal’ın Irak’ın Kuzeyi ile ilgili olarak sürekli olarak dile getirdiği 1 koy 3 al yerine,  Türkiye 3 koydu ancak birini bile geri alamadı.

 Güvenli Bölge Senaryosu;

Konumuzla ilgili olarak Irak meselesinde çekilmiş fotoğrafların bazılarına bakılırsa; Saddam’ın 1990 yılında Kuveyt’e yapacağı askeri müdahale ile ilgili ABD’nin Irak Büyükelçiliğinden görüş talep ettiğinde, konunun iç meseleleri olduğunu, bu itibarla sizin tarafınızdan verilecek bir karardır şeklinde cevap verilmiştir.  ABD daha sonra BM Kararına dayanarak koalisyon gücü oluşturmuş ve Saddam’ı Kuveyt’ten çıkartmıştır. 1991’ın başlarında ABD, Kuveyt sınırına yakın Safwan’da Saddam’ı tarihte eşine rastlanmayan onur kırıcı bir anlaşma imzalamaya mahkûm ettirdi. Daha sonra bilindiği üzere Irak’ın kuzeyine uçuş yasağına rağmen Saddam’ın helikopterleri Kürt ve Türkmen bölgelerini bombalaması sonucunda Türkiye’nin sınır bölgesine yüz binlerce mülteci akınına uğramasını gerekçe göstererek 36. paralelde güvenli bölge oluşturulmuştur.   

               5 Nisan 1991 BM kararı ile Türkiye önderliğinde Irak’ın Kuzeyindeki 36. paralelde güvenli bölge oluşturuldu ve ardından Türkiye kendi topraklarında çekiç gücün konuşlandırılmasını onayladı. Böylece Türkiye kendi eli ile Kuzey Irak’ta bir otorite boşluğu oluşturdu ve yarı kürt devletinin önü açıldı.

            Irak muhalefetinin (INC)  büyük toplantılarından biri Eylül 1992 tarihinde ERBİL’e bağlı Selahattin kentinde yapıldı. Toplantıda Irak için federatif yapı,  Kürt grupları tarafından gündeme getirildi. Türkmenlerde bu toplantıya katılarak Rahmetli Özal’ın çabasıyla Irak siyasi denkleminin içinde 3. unsur olarak yer aldılar.

 Özal Yanıltıldı;

Burada bir anımı aktarmakta yarar görmekteyim; Irak Muhalefetinin (INC)  Selahattin toplantısının akabinde Irak Türkleri Derneği Başkanı olarak bir heyetle İstanbul Ordu Evi’nde rahmetli Özal ile bir araya gelmiştik. Kendilerine ‘‘Sayın Cumhurbaşkanım 36.paralel üzerinde oluşturulan güvenli bölge’de teknik bir hata var, şöyle ki; Süleymaniye paralel dışında olmasına rağmen paralelin içine alınmış, ancak Musul yakınlarındaki Telafer ve diğer Türkmen köyleri paralelin içinde olmasına rağmen dışında kalmış dedim ve Kerkük vilayeti paralel dâhiline alınırsa yararlı olacağını ekledim. Rahmetli Özal’ın cevabı; Ben ABD Başkanı Bush ile bire bir görüşüyorum, bu durum altı ay sürer sürmez Irak eski haline döner demiştir.’’

6 Ay Değil 13 Yıl Devam Etti;

Güvenli bölge Saddam’ın düşmesine kadar defacto olarak devam etti ve Saddam sonrası legal sürece girerek Irak Anayasasında yer aldı. Çekiç gücün konuşlandırılması ise,  muhalafet partilerinin itirazlarına rağmen TBMM’de süre uzatımları Saddam düşene kadar devam etmiştir. Diğer taraftan çekiç gücünün PKK militanlarına yardım ettikleri defalarca güvenlik mensuplarınca tespit edilmiştir. Çekiç güç hangi amaçla konuşlandırıldı, neye hizmet etti! Bunların hepsi bir plan ve projenin gereği değil midir? Güvenli bölgede meydana gelen otorite boşluğu sıkıntısı halen devam etmektedir. Rahmetli Özal çok kısa süre sonra Allahın rahmetine kavuştu. Sonraları düşünceleri ne olurdu bilemiyorum? Aslında politikada ülkeler arasındaki ilişkilerde söz, onur gibi kavramlara yer yoktur. Bütün bunlara rağmen Türkiye’nin bugünkü durumunu görebiliyordu ve Irak’taki Türkmen davasına da çok katkıları olmuştur.   

Özal’dan sonra Türkiye’nin gelmiş geçmiş iktidarları bir seri çelişkiler içinde Irak meselesini yürütmeye çalıştılar. Hem güvenli bölgeye sahip çıktılar, hem de Irak’ın toprak bütünlüğünün gerekli olduğunu savundular.

Müttefik İle İlişkiler Bozulmaya Başlıyor;

Yıl 1996’da çok önemli bir gelişme meydana gelmiştir. KDP ile KYB arasındaki silahlı çatışmalara son vermek için Türkiye’nin devreye girmesi sonucunda Ankara mutabakatı sağlanmıştır. Bunun sonucunda Barzani ile Talabani arasında barış sağlandı.  Kuzey Irak’ta Türk askeri konuşlandırıldı ve %90’ı Türkmenlerden oluşan 1500 kişilik  (PMF) barış gücü kuruldu. Ancak ABD tarafından 1997’de Clinton döneminde hazırlanan ‘‘Yeni Bir Yüzyıl İçin Strateji’’ belgesinden yola çıkılarak 1998 yılında KDP ile KYB arasında Washington anlaşması imzalanmıştır. Böylece Ankara mutabakatı alt üst edilmiş, Türkiye’nin ABD ile olan ilişkileri çuval hadisesine benzer bir durum sonucunda bozulmaya başlamış ve bu bozulma anlaşmanın 1999 Ocak ayında ABD Kongresi tarafından yürürlüğe sokulan Irak’ı Kurtarma Yasası ile zirve yapmıştır. Daha sonra ABD’nin Türkiye ile olan ilişkileri Öcalan’ın yakalanması ile düzelmeye başlamıştır. Daha çok bilgi için her iki anlaşma isteyen inceleyebilir.  Kuzey Irak’ta Türk askerinin ve PMF’nin varlığı Saddam düşene kadar devam etmiş ise de sürekli Barzani’nin tepkileri ile karşılaşmış ve Türkmen meselesi Irak’ta ki siyasi denklemin dışına itilmiştir.

 ABD Tezkerenin Geçmesini İstemedi;

 Daha uzun yıllar tartışılacak 2003 yılındaki meşhur 1 Mart Tezkeresine gelince; yazarların büyük bir bölümü tezkerenin demokratik bir süreç sonunda reddedildiğini savunur. Görünürde ABD tezkerenin TBMM onaydan geçmesini istemekte idi. Halbuki geçmemesinden yana idi. Türkiye bu meseleyi iyi okuyamadı. Bu görüşü 28 Ocak 2003 tarihinde eski Nato komutanı Weskey Clark tarafından verilen brifing kanıtlamaktadır. Clark konuşmasında ABD ile birlikte koalisyon güçlerinin Irak’ta yapılacak askeri operasyonun kuzeyden değil güneyden başlatılacağı ve Türkiye’nin devre dışı olacağını bildirmiştir. Nitekim de öyle oldu. ABD Kuzey Irak’ta alan hakimiyetine kimseyi ortak etmemek için TSK’nın Kuzey Irak’a girmesini istemedi. Tezkerenin TBMM onaya sunulmasından bir buçuk ay önce bu konuşmanın yapıldığına dikkatinizi çekerim. Şubat 2003 tarihinde Türkmen temsilcilerinin de katıldığı Irak Muhalefetinin Selahattin’deki eşgüdüm ve koordinasyon toplantılarında,  Kürt grupları da kesinlikle tezkerenin geçmesini istemediklerini açık açık ifade etmişlerdir.

Tezkerenin reddinin akabinde Mart ayı içinde Ankara,  muhalefet gruplarının iki toplantısına organize ederek ev sahipliği yapmıştır. Bu toplantılara ABD yetkilileri de katılmıştır. Tezkerenin TBMM’den geçmemesine rağmen, Türkiye’nin koalisyon gücü içinde yer alma çabaları da sonuçsuz kalmıştır. Ayrıca özellikle Kerkük olmak üzere verilen sözlerin arkasında durulmamıştır. Aslında Türkiye’nin ali menfaatleri belki de Türkiye’nin bu koalisyon içinde yer almasını öngörüyordu. Türkiye’nin Ali menfaatleri ise; Türkiye’nin dünyaya ilan etmiş olduğu kırmızı çizgilerin korunması, Lozan Anlaşmasının bir parçası olan 1926 Ankara Anlaşması uyarınca garantör durumunun devamlılığı, Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması, PKK terör örgütünün etkisiz duruma getirilmesi ve Türkmen unsurunun Irak’ta siyasi denklem içinde 3. unsur olarak yer alması olarak sayabiliriz.

Suriye’deki Senaryolar;

 Şimdi Suriye’deki kaosu Irak meselesi ile karşılaştırdığımızda; her şeyden önce özellikle batı medyası Türk askeri için övgüler yağdırmakta (aslanmış, kaplanmış gibi), Türkiye’nin sıcak takibe gireceğini ve bu takip sunucunda Suriye ile Türkiye sınırlarında biri Adlep üçgeninde Cisr el Şuğur kasabasında, diğeri ise Kürtlerin yoğun olduğu Kamışlı Bölgesinde iki koldan tampon veya güvenli bölge ihdas edileceği söylenmektedir. Böylece Kuzey Irak’ta olduğu gibi bir otorite boşluğu meydana gelecek ve bunun sonucunda neler olabileceği tahmin edilebilir.

Batı ve Arap medyası tarafından sözü edilen Suriye’ye askeri müdahalenin, Türkiye’ye ne sağlayacağı bilinmemekte, diğer taraftan iktidarın bu hususta tavrının açık olmadığı ve Türk kamuoyunu da bilgilendirmediği de ortadadır. Bunlara ek olarak Suriye’ye yapılacak kara harekatının, ABD’nin Irak’a girdiği gibi rahat olamayacağı görülmektedir. Beşer Esad’ın artık bu saatten sonra iktidarda kalması mümkün olamayacağı gibi ya uzatmaları oynayacak veya ordusu tarafından etkisiz hale getirilecektir. Diğer bir olasılık ise Irak ve Libya’da olduğu gibi hava harekatının ardından kara harekatı başlatılacaktır. Asıl sorun bu kara harekatını kimin başlatılacağıdır!


Suriye’ye askeri müdahale,  ister NATO ister BM kararlarına dayandırılsın,  Türkiye’nin askeri müdahalesi Suriye halkı ve diğer Arap dünyasındaki halk üzerinde büyük bir yara bırakacaktır.

Irak’ın kuzeyinde İran sınırına 15 – 20 Km. uzaklıktaki Kandil’e gelince, burada sorun alan hakimiyetidir.  Daha açık bir ifade ile bu dağlık alandan kim sorumludur? Bir defa Kuzey Irak’ta ki yerel yönetim bölgesi Irak’ta ki merkezi hükümetin kontrolü dışındadır. Kandil’e gelince; Barzani’nin bölgesinde olmasına rağmen, Barzani tarafından sık sık o bölgeye güçlerinin yetmediği dile getirilmektedir.  Bunlara ek olarak ABD’nin yıllardır PKK sorununu Türkiye – Irak – Barzani arasındaki üçlü koordinasyonla çözülebileceği tezlerinin sonuçsuz kaldığını söyleyebiliriz. Dolayısı ile Türkiye ya alan hakimiyetini sağlayacak muhatabı bulacak, ya da kendi alan hakimiyetini sağlayacaktır. Bu da ancak ciddi bir kara harekatı ile sağlanabilir.

Umarız bu iktidar tarafından, Başbakanın tabiri ile çıraklık dönemine rastlayan 2003 yılında yapılan yanlışların yapılmaması,  şimdi ki ustalık dönemlerinde ise; ister Suriye kaosunun ister Kandil’in, Türkiye’nin ali menfaatleri uyarınca çözüme kavuşturulmasını temenni ederim. 

Dr. Cüneyt Mengü

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.